top of page

Öyle bir rüya...

Oldukça zordu o gün benim için. En yakın arkadaşlarımdan birini toprağa vermenin hüznüyle ne attığım adımlardan, ne de o adımların yürüdüğü yollardan haberim vardı. Sadece yürüyordum. İlk defa Ali Suavi’den çıkarken heykele selam vermedim. Acaba deliriyor muydum?

Sokaklara teker teker küfrettim Bahariye’den rıhtıma inerken.

Hey gidi! Nasıl da güzel kokuyor deniz aşağıya indikçe.


Ey dost ben. Beni bırakıp gittin de bugün, ben şimdi sensiz ne yapacağım ha? Daha nerelere gidecek bu yol ve ben sensiz nasıl yürüyeceğim? Hep çıplak ayaklarla yürümek istemiştim sokaklarda, bir dönem en büyük fantezim buydu. Tabanlarımın kirlenmesini, nasır tutmasını, su toplamasını göze alıyordum. Şimdi eve dönerken bile düşünüyorum bu boktan yokuşu çıkmadan önce. Elli kere düşünüyorum.

Martılar yine her yerde. Sen yoksun. Hatırlar mısın hep bir yerden bahsederdin bana. Orada bir Türk kahvesi içmeyelim mi? diye de mekanı pazarlardın. İçelim azizim. Onu da içelim. İki lafın belini kıralım, kalplerimiz sağlam kalsın.


Bana ilk aşkını anlattığında seninle dalga geçtiğim için hiç pişman değilim biliyor musun? Tam aksine, seninle en samimi duygularımla dalga geçtiğim için bana teşekkür etmelisin. Sevdiğin kızın evini defalarca arayıp, telefonu annesi açıyor diye hiç konuşmadan kapatmak olur mu? Neyse ki çocukluk aşkındı ve iyi ki o kızla karşılaşmadın bir daha. Bu utançla yaşanır mı?


Aşağıya indikçe nem genzimi yakıyor. Varlığında yaptığın sulu şakalardan kalma bir nem olduğunu umarak derin derin içime çekiyorum seni. Seni şimdiden özledim. Keşke hava kupkuru olsaydı ve sen sulu şakalarınla zihnimizi zorlamaya devam etseydin. Hiç bir zaman espri anlayışın olmadı biliyorum. Bunun için hiç kızmadım sana. Böyle bir anlayışa sahip olmak zorunda değildin. Zaten illa ki bir anlayışa sahip olma çabası değil mi bunca zamanı boşa geçirerek bir ömrü noktalamamızın sebebi? İllaki bir benliğe ait olmaya çalıştığımız için değil mi ki kendi benliğimizi göremememiz?




Ey dost ben. Seni düşünerek adımlamak istiyorum sokakları. Adım atarak yas tutulur mu? Tutulur neden tutulmasın? Herkes ağlayıp zırlayacak diye bir kanun mu çıktı? Yahut bunun üzerine bilimsel bir araştırma yapıp yas tutmanın kitabını mı yazdılar? İşte bu rahatlıkla seni düşünerek adımlamak istiyorum sokakları. Karşıya geçmek ne güzel olur şimdi. Ne iyi gelir. Canım Kadıköy’ü bir kaç saatliğine bir başkasıyla aldatmak hiç de fena olmaz değil mi?

Seni düşünerek adımlamak istiyorum sokakları da aklım bir türlü almıyor Ey dost ben. neden Kadıköy’deki iskelenin adı Beşiktaş’tır? Beşiktaş’ın Kadıköy’e mahalle baskısı yaptığından mı? Yoksa Kadıköy tiye mi alıyor Beşiktaş’ı? Var var, bunların ince bi hesapları var bakalım… Hayırlısı olsun da… Neyse ki geçiyorum perondan. Bir şarkı yanaşıyor iskeleye. Ben seni düşünüyorum. Bir şarkı söylüyorum içimden. Kelimeler sana benziyor. Saçmalık bunlar. Ben neler diyorum?


Ey dost ben. Şimdi seni düşünerek şairler kahvesinde bir kahve içiyorum. Hava öyle güzel öyle güneşli ki, insanın içinde çiçekler açıyor. Seni ziyarete geldiğimde içimdeki çiçeklerden dikeceğim mezarına. Koktukça beni hatırla diye. Hatta bak geldim yanındayım. Elimde kahve fincanıyla mezar taşına anlamsız anlamsız bakıyorum. Ne de güzel yerde yatıyormuşsun her yer yemyeşil. Hepsi de tebessümle bakıyorlar bana. Sanki minnet duyuyorlar gibi. Korkmuyor değilim bu durumdan. Saat geç olduğundan galiba, teker teker uykuya dalıyor hepsi. Çamlar, kavaklar, çimenler bile. Orada anlıyorum ki; ağaçlar bizim gibi uyurlar, uyanırlar yine bizim gibi. Öyle ya herkesin derdi kalbi kadar. Hava karardı güneş gitti. Neden üşümüyorum? Aksine kan ter içinde kaldım, terim damlıyor mezara diktiğim çiçeklerin üzerine.


Comments


bottom of page