Küçücük bir zaman dilimiymişim gibi hissediyorum. Bir anda gelmişim, bir anda geçmişim. Hangi güzel ülkelerde asırlık bir çınar kadar kalıcı, hangi insanın derinlerinde bir nefes kadar geçiciymişim? Bilmiyorum. O kadar vaktim yok sanırım. Ömür biçmek de istemiyorum. Zamanın ömrü olur mu? Olsaydı ya? Keşke de olsaydı. Kıymetimi daha iyi bilirdi belki antikacılar. İşte o zaman belki de gözlerindeki perde kalkar ve zamana direnenlerin aslında kendileriyle verdikleri savaşta kim bilir kaçıncı kez yenildiklerini daha iyi görürlerdi.
Savaşlar meydanlarda olur elbet. Ben kaç kez yenildim sahiden? Kaç savaş gördüm? Buna cevabım yok. Ama Artık kendimi savaş meydanı değil de bir sahil kasabası gibi hissediyorum otuz üç yaşımı yaşarken. Eski hikayeleri hafızasında canladıramayan ama yeni hikayelerden de mezeleriyle meşhur, yorgun, eski nesil ama hala ayakta. Sofrası hala lezzetli.
Kaç güneş battı bu kasabada gözlerimin önünde? Sayamadım. O kadar vaktim yok sanırım. Ömür biçmek de istemiyorum güneşin yolculuğuna. Ama her doğuşunda yeniden tazeyim. Sanki hiç ağlamadım. Biliyorum azizem, en güzelleri gözlerinde doğdu, gülüşünde battı. Güneş de olsan bir batıp bir çıkıyorsun bu hayatta.
Biliyorum, bir gün benim de bitecek ömrüm sol bileğimden akan zamanda, asır deviren çınar ağacımda, savaştığım meydanlarda, dinlendiğim o kasabada… Ürettikçe yazacağım, yazdıkça tükeneceğim Nazım’ın kalemi gibi. Biliyorum; sen bir okyanus, kıyı olamadığım. Ama en derinlerinde yine ben varım.
Comments