Bazı soruların cevabını bulmak kimi zaman oldukça zahmetli oluyor. Bu, genelde sorunun içeriğinin ne kadar geniş olduğuyla alakalıdır. Kanımca soruyu anlama yolunda içerikle uğraşmak yerine sorunun çıkış nedenine odaklanmak daha doğru sonuçlar elde etmemiz için bize yol gösterebilir.
Her ne kadar yukarıda okuyucuya tavsiye veriyor olsam da “terzi kendi söküğünü dikemez” sözündeki gibi ben de kafama takılan “insan ne ile yaşar” sorusuna çok kısa sürede herhangi bir cevap bulabileceğimi sanmıyorum ve cevap arayışımda her gün başka bir denizde boğuluyorum. Kurtulmaya çalıştıkça, doğru olduğunu sandığım ve yüzeye çıkabilmek için debelenirken yuttuğum tuzlu sular da cabası. Fakat bu normal ve insana dairdir. Kendimi yadırgamıyorum ve bundan şikayetçi değilim. Beni öldürmeyen şey güçlendirir gibi “arabesk” bir motivasyonum yok. Ben yine insan ne ile yaşar, onun cevabını arıyorum.
Tolstoy aynı soruyla isimlendirdiği öyküsünde insani erdemler olarak tanımladığımız iyilik ve kötülük zıtlığını irdeliyor ve insanın özü iyidir diye bir yere varıyor. Bu da en az yukarıda bahsedilen motivasyon kadar arabesktir.
Dört buçuk milyar yaşındaki bir şey var olduğunda iyi ya da kötü diye bir şey yoktu. Bunu yaratan insan canlısının ta kendisidir ve iyi ve kötünün kime/neye göre ve ne kadar olduğuna cevap bulmak da ahlak felsefesinin yahut Tolstoy’un işidir. Ben yine kendi soruma cevap aramaya devam edeceğim. İnsan ne ile yaşar?
Bilinen tarihsel veriler bu sorunun cevaplanabileceği alanı belli bir dönemle kısıtlıyor. Henüz verebildiğim bir cevap olmasa bile sonuca ulaşmak da imkansız değil. 150 bin yıl önce Doğu Afrika’ya yerleşen atalarımızdan, M.Ö. 9500-8500 yıllarında tarım devrimini gerçekleştiren dedelerimize, onlardan da teknolojinin insanoğlunun gerçekleştirdiği en büyük devrim olduğu konusunda hem fikir olup böbürlendiğimiz günümüze kadar sapiensin ihtiyaç haritaları hep farklı farklı oldu. Sapiensin son birkaç yıldır yaptığı en büyük hata bu böbürlenmelerden destek alarak veya kendinde hak görerek diğer bütün insanları da kendisiyle aynılaştırmaya çalışmaktı. Bu elbette insani bir dürtü olarak adlandırılıp, masum gösterilecek bir davranış değil. Tam aksine insanın tüketim alışkanlıklarından tutun da duygusal dünyasına, hatta inanç yapısına kadar etki etmek ve yönetmek isteyen bir fikrin ürünü. İnsanlar aynılaştırıldığında seri üretimdeki bir robottan, bir tükenmez kalemden ya da ev eşyasından farkı kalmayacaktır. Bunu engellemenenin tek yolu ise insan zihnini ve duygu dünyasını serbest bırakıp gelişmesini sağlamak. Zihni serbest bırakıp gelişimi sağlamak içinse değişime açık olmak gerekiyor. Eğer atalarımız bile avcı toplayıcılıktan, tarım yapabilecekleri daha stabil yerleşik bir hayata geçmeyi seçecek kadar değişime açıksa, kendimize dönüp öz eleştiri yapmakta fayda var. Değişime açık mıyım? Eğer değişime açık değilseniz “insan ne ile yaşar” sorusunu “insan ne ile devşirilir” olarak güncellemekte fayda var. Nitekim buna cevap bulmak daha kolaydır ve insan kolay yoldan gitmeyi daha çok sever.
Kimisi için yaşamın hiçbir anlamı olmayabilir. Sevdiğiniz insanların (dostlar, aile bireyleri vb.) bu hayata sizden önce veda etmesi, bu vedanın yorucu ve acılı oluşu, sizin hayattan aldığınız zevki sonlandıracak ve yaşamınızı anlamlı kılan hiçbir şeyin olmadığını düşündürecek. Oysa güne güzel bir espresso ile başlayan ve daha ilk yudumdan itibaren vücuda nüfuz eden 100 mg kafeini hisseden bir insan kahve daha enerjik hissederek ve kendinden daha emin bir şekilde gelecek planları yapabilir. Çalıştığı yere daha dinç bir şekilde gidebilir ve kabul edilen projesiyle ilgili kariyerinde önemli bir adım attığını düşünebilir. Yine aynı kişi muhtemelen bunun daha başlangıç olduğunu ve ömrünün bundan sonraki döneminde yeni projeler tasarlayıp hayata geçirmek için daha çok fırsatı olacağını ve bu fırsatları yaratacağı uzun bir ömrü olduğunu düşünebilir. Çünkü motivasyon her şeydir.
コメント